Bir zamanlar lavları ve volkanik aktiviteleri ile uçağın camından merakla baktığım bu coğrafyanın temelini oluşturmuş olan Erciyes dağı tüm heybetiyle selamlıyor bizi. Üzerindeki kar örtüsüyle istirahate çekilmiş bir bilgenin olgunluğu ile karşımda yükseliyor Erciyes. Göreceğim yerlerin beni ne kadar etkileyeceği ve yeni düşüncelere sevk edeceğinden habersiz uçaktan bir an önce inip bu etkileyici memleketle kucaklaşabilmenin sabırsızlığı ile bakıyorum camdan dışarı. Kayseri, güzel kahvaltısıyla bizi büyük bir misafirperverlikle karşılarken sabahın erken saatlerinde yola düşmüş vücutlarımız için ayılma ve enerji toplamasını sağlıyor.
Bu lezzetli karşılamayı Anadolu’nun ilk külliyesi olan Hunat Hatun Külliyesi’ni gezerek memnuniyetimizi gösteriyoruz. Taş işlemeciliğinin ve Selçuklu mimarisinin nadide örneklerinden biri olan Hunat Hatun külliyesinin ardından kahvaltımızda tattığımız lezzetli pastırmadan adını alan Pastırmacılar Çarşısı’na doğru yol alıyoruz. Ne demişler bir yeri gerçekten tanımak istiyorsak esnafından alışveriş yap. Söz konusu alışverişin sadece ticari anlamda olduğunu düşünmüyorum. Özellikle bu tarz tarihi ticaret merkezlerindeki emektar zanaatçılar ve esnaflarla sohbet etmek oranın kültürünü, sohbet sebebini yaratan ürünün, el sanatının veya yerel lezzetin zaman yolculuğunu anlatır bize. İşte bu yüzden gittiğim yerlerde çarşı pazar gezmeyi, esnafla sohbet etmeyi çok önemserim, bilginin ve tecrübenin alışverişidir bu sohbetler.
Hoş sohbetli çarşı ziyaretinin ardından rotamızı Erciyes’e çeviriyoruz.
3917 metrelik Erciyes’in ancak kayak merkezine kadar çıkabiliyoruz. Buradaki karın ve sunduğu manzaranın büyüleyiciliğinde tüm yorgunluğunuzu atabilirsiniz. Masumiyet, güç, mutluluk ve huzur gibi çeşitli anlamlar yüklenen kar sizin için ne ifade ediyor bilmesem de şöminedeki odunların çıtırtısında önümdeki kar beyaz manzaranın bana hissettirdikleri ile derin bir monoloğa gömülürken kahvemin kokusuyla düşünce havuzumu düzene sokabilmeyi başarabiliyorum. Dışarıda karın verdiği neşe ile çığlıklar atan çocuklar, kayak yapmanın adrenaliyle gözleri irileşmiş yanakları kızarmış heyecanlı gençler ve mutlu suratlar kar sözcüğüne benim için huzur ve mutluluk anlamlarını yüklemiş oldu. Günün yorgunluğunu oracıkta atabilmiştim. İç huzurumla dinginleştiğim Erciyes’ten inişimde yarının sürprizlerinden habersiz otelime vardım. Gündüz gördüğüm Peri bacaları şimdi ışıklarla ayrı bir etkileyicilik sunarken Kapadokya’nın tarihle dolu atmosferi beni içerisine çoktan almıştı ki ben yine sükûnetin ve huzurun içerisinde kaybolmuştum.
Sabahın beşinde, gecenin ayazını biriktirmiş havaya kim çıkar ki demeyin. Kapadokya’da olmak bunu gerektirir. Huzurlu bir gecenin ardından uyanmak hiç zor olmadı, beni bekleyen maceranın heyecanı içimi bu soğukta ısıttı. Gittiğim yerleri iyi anlayabilmek ve zihin haritamı gerçeğe en yakın şekilde oluşturabilme kabiliyetimi, orayı önce yukarıdan görme tutkuma borçluyum. Sayısız uçak yolculuğuma rağmen her defasında cama yapışmam bu merakımdan. Kapadokya’nın en bilinen görseli olan balonlar yörenin çekiciliğine çekicilik katmakta. Zaten şimdilerde bir seyahatten beklediğimiz görmenin ve orada olmuş olmanın çok dışında olduğu için balon macerası inanılmaz bir deneyim. İçimdeki heyecanı atlatmakla bitiremem ki sabahın ayazına rağmen beni enerjiyle doldurup içimi ısıttı. İşte operatör gazı açtı, son uyarıyı yaptı, tutunun yükseliyoruz! Ateşin bolunun içine doldurduğu havanın sesiyle mi yoksa yüksekliğin basınç değişikliğinden mi bilmem, güneşin ilk ışınlarının peri bacalarıyla yaptığı dansın manzarasının büyüleyici etkisiyle açılan ağzım ve kesilen nefesimle kulaklarımdaki uğultu pıt diye kesildi. Bir sepette olmanın heyecanı, görülen manzaranın büyüleyiciliği yanında az kaldı. Kapadokya işte bu dedim ve bu manzarayı başkalarıyla paylaşabilmek için kameramın deklanşörünü yıpratmaya başladım. Her şeye rağmen bu deneyimi yapmadan Kapadokya’dan dönmeyin derim.
Şimdi sırada yukarıdan gördüğüm o manzaranın içerisini keşfetmek var, ne de olsa içi dışı, altı üstü, hikayelerle, yaşanmışlıklarla dolu Kapadokya’dayız.
Rotamızdaki ilk durak Ihlara Vadisi oluyor. Geri tırmanırken bazılarının nefesini kesen merdivenlerden inerken vadiyi incelemeye dalmış olmanın dalgınlığıyla birkaç basamak atlayıp düşe yazdığım olsa da tırabzandaki elim ve yol arkadaşım bu küçük kazalardan beni kurtardı. Vadinin içi gizli bir yerleşim alanı, şu an kış olması sebebiyle yaprakları çıplak olsa da yazınki yeşilliği ile bu vadiyi capcanlı yaptığını hayal edebilirsiniz.
Volkanik malzemeyi sabırla oyan Melendiz gibi buradaki kayaları sabırla oyan eski sakinleri bizlere eşsiz eserler bırakmış. Hıristiyanlığın sığındığı topraklar olan Kapadokya Anadolu ruhunda yüzyıllardır var olan sonsuz hoşgörüsüyle kucaklamıştır misafirlerini ve onların ellerinde şekillenmiş, yeni ruhlar bulmuştur. Bu fikirlerle gezdiğim Ağaçlı Kilise ve Yılanlı Kilise’nin duvarlarında zamana meydan okumaya çalışan freskleri gördükçe bu toprakların niçin tüm insanlığa miras olduğunu daha iyi anladım. Kilise duvarlarındaki fresklerin nasıl bu güne kadar gelebildiğini merak ederken Güvercinlik Vadisi’ndeki molamızda burada niçin bu kadar çok güvercin yuvasının olduğu merakım yapbozun tüm parçalarını tamamlamamı sağladı. Bir rivayete göre Kapadokya’yı yöredeki devlerin zulmünden kurtaran periler sonrasında insanlarla birlikte burada yaşamaya başlar. Ancak sonrasında bir peri kızı ile Revan isimli ölümlünün arasındaki aşk perilerin buradan gitme kararı almasına neden olur. Ancak periler giderse devlerin geri geleceği endişesi yeni bir çözüm yolunu ortaya çıkarmış. Periler güvercinlere dönüşerek Kapadokya’yı korumaya devam etmişler. Kapadokyalı güvercinlerin varlığı mutsuz biten bir aşk rivayeti ile açıklansa da gerçeğin başka olduğunu biliriz. Yöredeki kayaç yapısının ve topoğrafik özelliklerin güvercinlerin sığınmasına olanak tanıyacak yapıda olması ve güvercin yumurtalarının fresk yapımında kullanılması yörenin Hristiyan sakinleri ibadethanelerini süslerken ihtiyaç duydukları güvercin yumurtaları için onları beslemeye özen göstermeleriyle ilişkilidir. Güvercinler sığınacak yuva ve yiyecek bulurken yumurtaları ile de yörenin eski sakinlerine katlı sağlayarak Kapadokya’nın sakinlerine dönüşmüşlerdir. Şimdilerde Kapadokya’da Göreme ve Avanos’u ayaklarınızın altına seren bu tepede, fotoğraflarınızı süsleyen güzel güvercinler yöre sakinleri tarafından beslenmektedir. İnsan doğa ve hayvan üçlüsünün uyumuna şahitlik ettiğim bu tepeden, insan ve doğa ilişkisinin kültürü nasıl şekillendirdiğinin en somut örneklerini göreceğim Göreme ve sonrasında Avanos’a doğru yol aldım. Göreme’de Onyx Atölyesi’nde yöredeki malzemenin yetenekli zanaatçıların elinde nasıl sanata dönüştüğünü hayranlıkla seyrederken Avanos’taki çömlek atölyelerine gittiğimde bu hayranlığım daha da artmıştı. Hitit Güneşi’nin niçin ustalık eseri olduğunu çömlek yapma deneyimimde anlamış oldum. Kapadokya yöresinin kendine öz toprak yapısı lezzetli üzümlerin yetişmesini sağlarken günlük ihtiyaçlar için de çömlek yapımını mümkün kılmıştır. Yüzyıllardır doğanın sunduğu imkânı, insanın yaratıcılığı ve kabiliyeti ile ihtiyaçtan sanata dönüştüren yöre sakinleri bugün Kapadokya’dan ayrılırken buranın havasından, suyundan ve toprağından bir parçacık yanınızda götürmenizi sağlayacak essiz eserleri size sunmakta. Her şeyiyle beni etkileyen Kapadokya’da hiçbir şeyin tesadüf olmadığını insan ve doğanın muhteşem uyumunun sonucu olduğunu Çömlek atölyesindeki şarap ikramına eşlik eden sohbetimizde bir kez daha anlayarak günümü tamamladım.
Kapadokya’da her güne başka bir heyecanla uyanırken bugün yerüstünün etkileyiciliği kadar yeraltının gizli kentlerinin geçitlerinde kaybolmanın heyecanıyla Kaymaklıya doğru yol aldık. Dışarıdan bir tepecikmiş sandığınız bu yöre insanları bir zamanlar hayatta tutan, bir inancın var olmasını sağlayan gizli bir şehir olduğunu bilmek ve bunu nasıl yaptıklarının merakıyla içeri girdikten sonra ortamın atmosferi aklımdaki her şeyi unutturdu. Yerin yedi kat altına indikçe kayboldum bu şehrin sokaklarında, neyse ki rehberim yolu biliyordu ki beni gün ışığına kavuşturdu. Yer altındaki maceramın sonrasındaki güneş hasretimi öğle yemeği için oturduğumuz restoranda giderdim. Yörenin geleneksel lezzetlerinden olan Çömlek Kebabı’nı yemeden döneceğimi düşünmediniz sanırım. Göreme’den başlayıp Üç Güzeller, Devrent ve Paşabağları’na doğru olan uzun rotamdan önce gerekli enerjiyi aldıktan sonra rotamı takip ettim. Her yer açık hava müzesi olunca hayranlık dolu ziyaretlerim sonrasında yorgunluğumu atacağım bir yer bulmalıydım. Burası Ürgüp’teki Turasan Şarap Evi, üzümlerin nasıl yetiştirildiğini anlatmakla başlayan Turasan rehberimiz bizi üretim tesislerinde şarap yapımının süreçlerini anlatıp mahzenleri gezdirdikten sonra birbirinden lezzetli şarapların tadımına geçtik. Burada oturup şaraplarımızı yudumlarken aklım güzel atlar ülkesindeki son günümü tamamlayacağım etkinliğe kaydı.
Pers dilinde Katpa Tuka’dan günümüzdeki adını almış Kapadokya’nın anlamı Fars’tan gelen güzel, cins atların bulunduğu bir yöreymiş. Güzel bacakları ve adaleli yapılarıyla atlar bu topoğrafyanın en önemli unsuruymuşlar. Adını sahip olduğu güzel atlardan alan Kapadokya’nın ruhunu hissetmenin en unutulmaz bir yolu da atlarla yapılan yürüyüşlerdir. Doğanın gücünü ve sanatsal ruhunu ortaya koyduğu bu güzel yörede isteyen misafirler yerel acentelerden at yürüyüşleri için yardım alabilirsiniz. Rüzgâr yüzünüze çarparken güneşin peri bacaları arasından süzülerek sunduğu gün batımı manzarasını, atınızın nal ve nefes sesleri dillendirirken, yelelerini dağıtan rüzgârın sesi peri bacalarının masalını kulağınıza fısıldayacak, iyi dinleyin. Atlarla yapılan masalsı deneyim başımızı döndürürken, dinlediğimiz masalın etkisinde zihnimizin labirentlerinde yol alıyoruz.
Kapadokya’daki son etkinlik buranın ruhunu bir kez daha hissetmemi sağlayarak her şeyin nasıl büyük bir uyum içinde olduğunu gösteriyor. Milyonlarca yıllık öyküsüyle Kapadokya volkanik faaliyetlerden insanların sığınaklarına, güvercinlerinden şaraplarına ve çömleklerine ne güzel bütünlük kurmuş insan ve doğa arasında. Doğaya rağmen değil, doğayla birlikte oluşmuş Kapadokya’nın kültürü. Doğa insanlara sığınak olmuş, toprak karınlarını doyurmak için ürünler vermiş, güvercinler üzümlerini gübrelerken yumurtalarıyla kiliselerdeki freskleri zamana karşı mühürlemiş, atlar yoldaş olmuş yaşama ve yolculuklara. Peri bacaları önce sığınak sonra mahzen olmuş lezzetli şaraplara. Toprak kap kacak olmuş önce, sonra sanata dönüşmüş ustaların elinde ve verimli topraklarda yetişen üzümün şarabını yudumladığımız kadehler, doldurduğumuz testiler olmuş. Ne güzel yermişsin sen Kapadokya! Bu seyahat beni baştan ayağa etkiledi, sunduğu manzaralar ve rüzgârın masalları ile başımı döndürdü, iç huzuruma kavuşturdu. Teşekkürler Kapadokya ve Erciyes …
Yorum Yap
Bu Yazı İçin Yapılan Yorumlar